Hikayem



Gizemli kalmak istiyorsanız, o kadar uzun yazın ki, kimse okumasın.

Babam 84 yaşındayken vefat etti. Çok geç doğmuş, tek çocuğuydum. Çevremdekilerin uzun ve güzel yaşadığı tesellileriyle, Allah'ın hep böyle sıralı ölüm vermesi dilekleriyle geçen günleri, yalnız kaldığınız ve inancınızın sınandığı geceler takip ediyordu. Eğer dindar biriyseniz, bu günleri sağlıcakla geçirmeniz daha kolay.Herşey Allah'ın takdiri, öte alem buradan daha güzel, bir gün bizler de oraya gideceğiz ve sevdiklerimizle buluşacağız, birer ruh olarak.Eğer dindar değilseniz, yaşamınızı akılcı bir yaklaşımla geçirdiyseniz, kendinizi kitapların ve Internet'in başında bulabilir, filozofların ölümü nasıl ele aldıklarını araştırabilirsiniz. Ya da kanal mesajlarını okuyup, medyumlar aracılığıyla öte alemle iletişime geçerek, inanç ve inançsızlık arasındaki gelgitlerde uyuya kalıp, rüyalardan medet umarak. Herşeyi olumsuzlayarak? En zoru bu olmalı.

''Gerçek bir usta tam bir olumsuzlamadır'' der Metin Bobaroğlu. Yasımı yadsıdığım ve kendimi deli gibi çalışmaya verdiğim ancak olmadık yerde öfkelendiğim ya da komedi filmlerinde bile ağlamaya başladığım günler geride kalıp, daha akl-ı selim hale geldiğimde Anadolu Aydınlanma Vakfı seminerlerine başladım. Metin Bey bahsediyordu olumsuzlamadan. ''Ben şu değilim, bu değilim'' demek, tüm kimliklerden arınmak.'' Ben şehirli değilim, iş kadını değilim diyerek, tek tek hepsinden sıyrılıyorsunuz. En zoru da adınızı bırakmakmış. Bir deneyin isterseniz.

Metin Bey'e göre çektiğiniz tüm acılar nimet. ''Dert arardım derdime, derdim bana derman imiş'' sözünü de bu seminerlerde öğrendim. Allah'ın size lütfuymuş dertler, sizden yüzünü çevirmemesi, umudunu kesmemesi. Derdi tasayı seçer miydim ben, bilmiyorum. Hayat 30'umdan sonra değişik bir rotaya girdi ve bana A şıkkı- her şeyin şimdi olduğu gibi devam etmesini mi istersin, B şıkkı- neye bağlandıysan elinden alınsın mı istersin diye sormadı.

Şanslı bir hayat yaşadım, tutkulu ve hayalperesttim. Fazlasıyla hassas ve duygusaldım, ancak olumlu düşünmekten olsa gerek, kötülüklerden hep sıyrıldım. Hayallerim gerçekleşti. Sonra herşey tepetaklak oldu.

Babam Alzheimer'a yakalandı. Daha önce ailemde ya da çevremde görmemiştim, hastalığın gelişimi uzun zaman alıyor, bizim anlamamız daha da uzun sürdü. Aklın baştan gittiğini kabul edemiyorsunuz, gittikçe çocuklaştığını.Bu dönemde tüm sorumluluğu annem aldı.Ben işe gidiyor, duygusal olarak güçlü kalmaya çalışıyor, günlük sorunları çözüyor, oyalanıyordum. Babam sokağa çıkıyor, kayboluyor, dolandırılıyor, gözleri gittikçe daha bulanıklaşıyor, annemse sürekli zayıflıyordu. Annemi babamdan daha önce kaybettim.Birdenbire, beklemediğim bir günde...

Annem hayatımın merkeziydi. Onu kaybetmek çok zor oldu.Üzüldüm ama suçluluk duygusu daha ağırdı.Bir şekilde babamın durumunu daha çabuk kabul edebilsem, kalıcı çözümler bulabilsem ve anneme bu kadar yıkılınmamış olsa her şeyin farklı olabileceğini düşünmüştüm. İş ve hayatımın hızlı temposu devam ediyordu.İletişimciydim, dolayısıyla çok sosyal bir işti, insanlarla içiçe, türlü organizasyonlar, hep istemiş olduğum gibi.Ama ben keyif almıyordum artık, bir yanda babam, hastabakıcıların dertleri, diğer yanda rekabet ve eleştiriler. Görünürde güzel ve başarılı bir konum ve beraberinde getirdiği stresle, iş yükünüyse sadece yaşayan anlayabilir.

Babam aklı yetileri zayıfladığı bir dönemde bile olsa, yine de varlığıyla güç veriyordu bana. Susarak anlaşıyorduk. Sevgisini daha önce hiç o zamanki kadar göstermemişti.Dört yıl sürdü Alzheimer hastalığı Sonra onu da kaybettim. Bir süre sonra da işimi...Hayatım sakinleşmiş, hareket azalmış. Dolabım bir sürü ceket ve takımla dolu, bir daha giyersiniz, giymezsiniz belli değil. Kurumsal yapının dışında, ailesiz, bi başına...Hayatın bana sunduğu B şıkkı oldu.

Okudum, yazdım, bir yıllığına başka bir işe girdim, sonra Amerika'ya gittim, uzun zamandan sonra ilk kez orada eğlendim, gençlerle oldum, metroya bindim, sabah elde kahve ve kuruvasan okula yetişmek için koşturdum, Macy's te saatler geçirdim, Landmark Forum'a katıldım, sınıfta İngilizce sunumlar yaptım, Brezilyalı, Koreli, İspanyol, Japon her milletten arkadaşım oldu. Herkes beni olduğumdan 10 yaş daha genç sanıyordu. Kendimi anlatmak veya uyumlu davranmak için çaba sarf etmem gerekmedi. Her gün dersten sonra, bir yerde oturup, öğle yemeği yediğimiz,  dertleştiğimiz çeşitli milletlerden oluşan bir kız grubum vardı. Birbirinden yakışıklı, nazik, insanın üstüne atlamayan ve güvenebildiğiniz, genç erkek arkadaşlarım da. Amerika dönemini hep mutlulukla anımsayacağım.

Sonrasında döndüm Türkiye'ye, zaten giderken de niyetim buydu. Burada yükselmiştim, niye başka bir memlekette, herşeye sıfırdan başlayayım diye düşünmüştüm. İngilizcem düzelmiş, liderlik dersleri almış, hatta kilo bile vermiştim, üstelik hiç rejim yapmadan. Herkeste gözlemlediğim ilk hayal kırıklığı birini bulamamış olmamdı.Anlıyordum arkadaşları, komşuları, akrabaları, yalnız olmamamı istiyorlardı. Orada birini bulacak, evlenecek, Amerikan rüyasında sonsuza kadar mutlu yaşayacaktım. B şıkkı bunu içermiyormuş demek, aşık olmadım kimseye. Şehirdi beni büyüleyen, New York'tu.

Döndüğümde ne kadar değiştiğimi de anladım. Asık yüzlüydü insanlar, bir korku, bir telaş halinde. Olumsuz gelecek senaryoları, iş görüşmelerinde saatlerce bekletilmeler, ülke gündemine değinmiyorum bile.Ne kadar çok insanla görüşsem, enerjimi de o kadar çok kaybetmeye başladım, verdiğim kiloları kısa bir sürede geri aldım. Sürekli bir şeyleri açıklamam gerekti. İş buldun mu? Hayır. Koca buldun mu? Hayır. Kedi buldun mu? Evet, istediğim an geldi muzır.

Zamanla iş aramayı bıraktım. Sohbetin derinliği ''inşallah evlenirsin, birini bulursun, kilo verseneden'' ötesine gitmeyen ve anlaşılmadığımı hissettiren herkesle görüşmeyi de. Kendi işimi kurdum; iletişim danışmanlığı ve eğitimleri vermeye başladım. Bu konuda özel bir yeteneğim olduğu için değil. 1996'dan bu yana çeşitli şirketlerin iletişim çalışmalarını yönetmiştim. Yüksek lisans düzeyinde de eğitimliydim. Ancak yola çıkarken, tecrübelerim ve bilgimden daha çok; dertlerimden güç aldım. Sesimi duyurmakta (Türkiye'de) o kadar zorluk çekmiştim ki; benim gibi başkaları da vardır diyerek, ilerledim.

Anadolu Aydınlanma'nın felsefe seminerlerine ara vermeden, yıllarca devam ettim. Metin Bey bu süre boyunca yüzüme pek bakmadı. Toplamda konuşmalarımız bir kaç cümleyi geçmez ama ben paylaştığı bilgilerden çok faydalandım. Kendisine minnettarım. Kişisel gelişimle ilgili de pek çok video izleyip, kitap okudum. Osho, Kaypacha, Mooji..., kendileri beni bilmez ama ben dinleye dinleye onları ailemin birer parçası gibi görmeye başladım.

Geri kalan tüm zamanlardaysa işime odaklandım. Hayat dengeli olduğunda daha güzel aslında. Duygularla, sorumluluklarla, dostlarla, aileyle... Benim için son dönem fazlasıyla akıl, bilgi ve iş ağırlıklıydı. Bunu pek doğru bulmasam da; belki başka bir bakış açısından bir sağaltım süreci olarak da görülebilir. Sahte kimliklerden arınma süreci. Kedili ev kızı, başarılı iş kadını, fedakar dost, kurban... A şıkkı - seç beğen al. B şıkkı - hiç biri, kategori dışı.

Ben, hiç kimseyim ve herkesim.



Fotoğraf: New York, Central Park, 2011.
Hikayem Hikayem Reviewed by Arzu Pınar on Ocak 07, 2012 Rating: 5

7 yorum

Brajeshwari dedi ki...

çok kişisel bir yazı olsa da, yorum düşmek istedim. Çok güzel bir yazıydı Arzucum. Hayatının gidişatında, yaşadıklarının arasında sana dair oldugu kadar okuyana aitte parcalar var. Ayrıca "üstüne kimlik alınmamak ve kadının kadın kalması konusuna" kesinlikle katiliyorum. Bunlar üzerine daha fazla yaz isterim. Kedini de öpüyorum...

Arzu Pınar dedi ki...

tesekkur ederim :) insallah anladikca yazarim.cok uzun zaman uzak kaldigim bir alan o.belki biraz da ondan simdi boyle sakin, huzurlu, evde takilmam. disi yanimla baglanti kurabilmem icin.sevgilerimle,

Enis Diker dedi ki...

Her ikisi de nur içinde yatsın, Allah rahmet eylesin. Son zamanlarda okuduğum en güzel yazılardan biri. Sadece bunu belirtmek istedim, elinize sağlık:)

Arzu Pınar dedi ki...

tesekkur ederim .

guldeniz dedi ki...

super yazi arkadasim, klavyene saglik

guldeniz dedi ki...

super yazi arkadasim, klavyene saglik

Unknown dedi ki...

ne kadar doğal ve bizlerin hikayesi gibi... elinize sağlık...