SORUN GENÇLERDE Mİ, YETİŞKİNLERDE Mİ?

Aşağıdaki dialogları çok sık duyuyorum.

– ”Şimdiki nesil bizim gibi değil. Biz sorumluluk sahibi yetiştik. Bunlar çalışmıyor, hiçbir şeyle ilgilenmiyor. İleride ne yapacaklar, nasıl hayatta kalacaklar?”
– ”Çok şımartıldılar. Her dedikleri yapıldı tabi.”
– ”İşte de çok sabırsızlar, hemen bırakıyorlar.”
– ” Tı, tı, tı…”

Çocuğu olmayanlara, iş hayatında yönetimi zor olan bu gençlerle, nasıl baş edileceğini düşündüren bu konuşmalar; ebeveynler içinse kortizol, yani stres hormonun yükselmesi anlamına geliyor. En değerli varlıklarının geleceği söz konusu. Bu hal ve tavırda, kendi payları da var, dolayısıyla suçluluk duyguları da strese eşlik ediyor. Aynı evlerin ayrı odalarında, birlikte yaşıyorlar. Ancak birliktelikten söz edilebilir mi? Yemeklerde veya salonda bir araya gelinse de; ellerdeki cep telefonlarıyla, başka kişilerle iletişim ve ilişki halindeler… İki taraf olunmuş… Bir taraf, bir zamanlar kendisinin de genç olduğunu ve onaylanmadığı günleri unutmuş.

Aşağıdaki yeni nesil tanımı, 2500 yıl önce yapılmış. Şanı günümüze kadar gelmiş, gençlere aşıladığı özgür fikirler için ölüme mahkum edilmiş ve baldıran zehrini kendi elleriyle içerek, yaşamını sonlandıran, büyük filozof Sokrates demiş ki;

”Şimdiki çocuklar lüksü seviyor, otoriteye ve büyüklere saygıları yok, kötü tutumlular ve çalışmak yerine çene çalmayı tercih ediyorlar. Onlar artık evlerinin köleleri değil, efendileri. Büyükleri odaya geldiğinde ayağa bile kalkmıyorlar. Ebeveynleri ile çelişiyor, sofra adabına uymadan çarçabuk yemek yiyor ve öğretmenlerini aşağılıyorlar.”



2500 yıl önce elektrik yok, Internet yok, hayat çok farklı… Durum nasıl böylesine benzer olabiliyor?

Sokrates, her dönem taraftar toplayabilecek bu sözleri söylemesine rağmen, hayatını gençlerle geçirdi. ”Saraya gel, asillere ders anlat. Ne işin var meydanlarda?” diyenlere kulak asmadı. Gençleri yetiştirdi. Fransız ressam Jacques-Louis David tarafından 18. yüzyılda yapılan yukarıdaki tablo, Sokrates’in ölümünü resmediyor. Etrafında ağlayanlar da, yaşlısıyla, genciyle en yakın öğrencileri.

Gençleri eleştirenleri gördükçe, aklımda bir söz, flaş ışıklarla, yanıp sönüyor: ”Değişen birşey yok.” 

Son dönemin keşfiymişcesine hevesle kucaklanan, şirketlerin insan kaynakları stratejisini kurtaracağı düşünülen Y nesli de yeni değil. Adı konmamıştı. Y, Z, X, epsilon vs diye kategorize edilmiyordu. Ancak jenerasyonlar arasında farklar hep vardı. Bir taraf, ''ne olacak bu gençlerin hali?'' diye düşünürken; aslında kendi endişelerini onlara yansıttığının farkında değildi. Küçük bir söz oyunuyla; gençler yerine ben kelimesini koyarak, sorduğumuzda:

''Ne olacak benim halim?
Her gün iş, trafik, bu rutin. Ama ya işimi kaybedersem? Felaket olur.
Eşimle de artık iyice uzaklaştık.
Şu çocuklara bak. Ne kadar sorumsuzlar. Hadi ben şimdi bakıyorum. Ya ileride ne olacak?''

Bu bir kurmaca tabi, herkes için geçerli olmayabilir. Ancak belirsizlik karşısındaki korku her insanda var. Bu beynimizin bir özelliği, bir kod... Belirsizlik karşısında güçsüz hissediyoruz. Bundan dolayı insanlar sosyal zekalarını geliştirdi, bir araya gelebildi, birlikte önce doğa karşısında güç kazandı, sonra da medeniyetler kurabildi. Gençler, yaşlılar ve jenerasyonel farklar hep oldu. Korkular ve endişeler de. Ancak aralarından bazıları akışa kapılıp, gitmektense, olanlar üstüne kafa yordu. Sokrates gibi... Eleştirel zihnine kapılmak yerine, belli ki ''ben ne yapabilirim?'' diye sordu ve cevabı ölümüne mal oldu... Olsun! O, ölümü göze almıştı, günü geldiğinde kendi elleriyle içeceği Baldıran zehri hazırdı. Ölene kadar gerçek anlamda yaşamaktı asıl mesele. Sesini binlerce yıl sonrasına ulaştırmak, arayışta olan insanları etkilemek, onlara umut aşılamaktı.

Her gün ölüme yaklaşıyoruz. Bir zamanlar gençtik, yaşlanıyoruz. Hayatın kanunu bu. Ancak bazılarımızın ölümü bile kudretli oluyor. Sevabıyla, günahıyla tüm seçimlerinin sorumluluğunu üstlenmiş, bilge birinin güven dolu bakışlarıyla, son kez selamlıyorlar hayatı. Bazıları korkuyor ya da pişmanlıklar içinde, hayatı elinin arasından kayıp, gitmiş ve işte sona gelinmiş. Bir gün o son gelecek. 100% çıkan tek kehanet bu olsa gerek. Geleceğe dair bildiğimiz en net ve keskin olan şey. Ancak o zamana kadar, her gün, her bir an bizim. Nefesimizi harcamak da, başka canlara can katmak da bizim seçimimiz. Yaşlı bir bedende, genç birinin hevesiyle ışıldayan gözlere sahip olup, olmamak da... O zaman, gençler de değişecek. Ellerinde telefonlarla oyalanmak yerine, sizden alabilecekleri birşeyler olduğunu sezecek ve yakınınızda olmak isteyecekler. 
SORUN GENÇLERDE Mİ, YETİŞKİNLERDE Mİ? SORUN GENÇLERDE Mİ, YETİŞKİNLERDE Mİ? Reviewed by Arzu Pınar on Eylül 23, 2017 Rating: 5

Hiç yorum yok